Bolonya – Floransa – Venedik – Pisa :)
İtalya’nın en gözde turistik şehirlerini günübirlik de olsa görmek istiyorum diyenlerdenseniz benim yaptğım gibi Bolonya’yı merkez alarak bu şehirleri tren yolculuğu ile yaşayabilirsiniz.
Bolonya,
Bolonez makarnası ile ünlü bir İtalyan şehri , açıkçası hususi olarak ziyaret
edilmesi gereken bir şehir olduğunu düşünmüyorum , ancak ben diğer İtalya
şehirlerine olan uzaklık mesafelerini ve uçak biletlerinin nispeten ucuz
olmasından dolayı bu şehirde konaklayıp diğer bölgelere trenle günübirlik
gitmeyi tercih ettim.
Bolonya’da
konaklama konusu da çok zor ve pahalı değildi, benim kaldığım otelin sitesine buradan
ulaşabilirsiniz ; Nuovo HotelBolonya bu oteli tercih etme sebebim
fiyatının uygunluğu ve merkez tren istasyonuna yaklaşık 5-6 dk yürüme mesafesinde
olmasıydı.
Havaalanından
otele ulaşım çok kolay , havaalanından çıktıktan hemen sonra klasik bavul alma ve şehre
transfer için vasıta bulma telaşına kapılıp acele etmeye gerek yok çünkü
kapıdan çıktığınız gibi hemen otobüs duraklarını göreceksiniz ve “Aerobus BLQ”
adını verdikleri shuttle otobüsleriyle - benim otelim için – “Via Dei Mille “
durağında inip sağa döndüğünüzde - ki zaten hemen durağın ilerisinde otelin
tabelasını da göreceksiniz -100 metre sonra otele varabilirsiniz. Bu otobüs
fiyatı ise ( Ağustos 2016 tarihinde ) 6 Euro idi.
Otele
yerleşip biraz dinlendikten hemen sonra “Aperitivo” zamanını kaçırmak
istemediğim için kendimi dışarı attım ve yakında bulunan “Ristorante C’entro “
isimli bir restaurantın menüsünü görüp içeriye girdim ve bundan sonraki her
akşam orada yemek yemeğe karar verdim J
Yanlış
hatırlamıyorsam 7 Euro’ya bir içecek almıştım ve açık büfe sunulan tüm
yiyeceklerden ücretsiz faydalanmıştım . Zaten İtalya’nın geleneği olan Aperitivo
saatleri en hareketli ve biz gezginler için en ekonomik ve doyurucu saatleri
oluyor. Hangi saatler olduğunu merak ediyorsanız yaklaşık 19:30 gibi
restaurantların önlerinde “Aperitivo “ yazılarına rastlayabilirsiniz.
Yalnız
açık büfe yiyeceklerden çok fazla beklentiniz olmamasını tavsiye ederim , çünkü
menüler genelde klasik atıştırmalıklardan
– patates kızartması , minik börekler , sosis ,zeytin , peynir vb. –
oluşuyor. Ama benim gibi yemek yeme konusunu hayatınızda pek ciddi yere
koymuyor , sadece yaşamak, hayatta kalmak için yemek yerim diyorsanız sizin
için bulunmaz ve ekonomik bir kurtarıcı olacaktır bu İtalyan yemek kültürü .
Tabii
bir de gitmişken bir akşam da rutinimi bozayım ve Bolonez soslu makarna yiyeyim
dedim ama nedense pek sevemedim , yine de gitmişken tatmakta fayda var belki
siz seversiniz.
Bolonya
konusunda bu yiyecek ve otel hikayelerim haricinde sadece merkezini bir iki kez
turladım ve merkezdeki kilisesine girip çıktım , bu arada Bolonya’da hep
sarnıçların altında kaldırımlarda dolaşacaksınız.
İlk
günü böyle bitirdikten sonra ikinci gün hemen sabah otelde kahvaltıdan sonra
kendimi tren istasyonunda buldum ve istasyonda bulunan gişelerden sorarak
Floransa bileti aldım , yalnız biraz pahalı bir deneyim oldu hızlı ve direkt
olan trenden bilet aldığım için ve kioskları kullanmak yerine bilet satış
noktası olan yerden aldığım için direkt bileti kesip verdi satıcı ve fiyatı
öğrenince biraz pişman oldum açıkçası , demem o ki siz gidip benim gibi
bankolardan biletinizi almayın , kiosklardan aktarmalı trenleri tercih edin,
çünkü tren aktarmalarını da kaçırma olasılığınız çok az peronlar hem yakın hem de
görevliler çok yardımsever. Gelelim benim bilete ödediğim ücrete J 50 Euro ödemek zorunda
kaldım ve bir süre bekledikten sonra trenle Floransa yolunu tuttum.
Çok keyifli bol yeşilli bir
yolculuktu , ve sanıyorum 1 saat olmadan kendimi Floransa’da buldum. Trenden
inip alt çarşıdan çıkınca doğrudan büyük meydanda soluğu alınca yüksek fiyata
bilet almayı boşverdim ve büyüleyici sokaklarda gezinmeye başladım.
Floransa ilk adımımdan itibaren
beni resmen büyüledi ve oradan ayrılmayı hiç ama hiç istemedim. Meydanlarında
oturup dondurmamı kaşıklarken sokak sanatçılarını izlemek kadar huzur veren bir
başka şeyin daha olmadığını düşündüm . İşte o zaman “hayat sokakta !”
dedim ve kendimi müziğe ve kentin atmosferinin muhteşemliğine bıraktım.
Metro çıkışından çıktığınız anda
sizi kocaman bir meydan karşılıyor bu meydanda ise Arcone adındaki zafer takını görebilirsiniz , ihtişamını
görmemenize imkan yok zaten J
Bu zafer takının üzerinde ise ( aşağıdaki fotoğrafı yakınlaştırdığınızda net
bir şekilde okuyabilirsiniz ) L’antico
Centro Della Citta (Kentin Antik Merkezi ) , Da Secolare Squallore ( Asırlık Sefaletten ) ve A Vita Nuova Restituito ( Yeni
Hayata ) yazılı olan eser meydana görkem katıyor. ( Not İtaylanca bilmiyorum
yukarıdaki çevirileri google yardımıyla edindim J
)
Daha
sonra geri dönüş yolunda bu meydanın tadını yeniden çıkarmak üzere geri
geleceğim J
Buradan
sonra ise tamamen içimden gelen sese ve ayaklarımın beni götürmek istediği yöne
doğru gittim ve kendimi ünlü “The Basilica di Santa Maria del Fiore” katedralinin önünde buldum.o kadar büyük ve
görkemli ki kendinizi ihtişama kaptırıyorsunuz, aslında o kadar büyük bir yapı
için meydan biraz küçük ama çok sevimli, katedralin çevresinde yine şirin kafeleri
bulabilirsiniz, ve eğer sırayı beklerim ben kilise , tarihi eser gezmeyi çok
severim derseniz katedrali de gezebilirsiniz. Benim pek tercih ettiğim bir
durum olmadığı için ben sadece çevresini gezmekle yetinip ara sokaklarda
kaybolmayı tercih ettim.
Ara
sokaklarda kaybolmadan şehri tanıyabileceğime inanmadığım için her gittiğim
şehirde mutlaka gözüme kestirdiğim ara sokaklara girer şehrin kokusunu
öğrenirim. Floransa’da da tam bu dediğimi yapıp katedralin yanında bulunan ara
sokaklardan birine gidip önce
dolaştım sonra da katedrali de uzaktan görebildiğim bir noktada oturup şehri
dinleyip yanımda getirdiğim atıştırmalıkları yedim J
Bu
dinlenme molasından sonra ise kendimi kalabalığa bırakıp insanları takip ettim J Açıkçası bu şehirle
ilgili çok fazla detaylı araştırma yapmamış, yol beni nereye götürecekse o
şekilde ilerlemek istemiştim ve öyle de yaptım .
Kalabalığın
arasına karışıp ilerlediğimde ise o hep fotoğraflarda görüp bayıldığımız
köprüye ( Ponte Vecchio ) çıktı yolum ,en mutlu olduğum anlardan
biriydi J
Kalabalığın
çoğalmaya başladığı yerlerde heyecanım nedensiz bir şekilde daha da artmaya
devam etti ve sonunda aşağıdaki manzarayla karşı karşıya kaldım J Ve işte o muhteşem
köprü nihayet karşımdaydı. Köprüyü ve nehri izlemenin tadına vardıktan sonra
köprüye doğru yol aldım ve bir kaç metre sonra köprüdeydim , yabancı ülkelerde
en sevdiğim durumlardan biri olan sokak sanatçıları ve müzisyenleri karşıladı
köprü üzerinde daha da mutlu oldum. Sonrasında manzarayı yakalayıp güzel bir
kaç kare çekmek için sıra bekledim ama beklediğime değdi. O sırada tabii ki tek
Türk gezgin ben değildim , bir iki gezgin de birbirlerinin fotoğrafını
çekiyorlardı bende “isterseniz ben ikinizin fotoğrafını çekebilirim” dediğimde
kısa süreli şok yaşayarak foroğraf makinelerini bana verdiler sonrasında biraz
muhabbet ve benim de o muhteşem yerde “selfie” harici bir kaç kare fotoğrafım
oldu.
Bu
kadar gezip dolaştıktan sonra kalabalıktan sıyrılıp sakin bir köşede yemek
yemeye karar verdim ve tabi ki menü de İtalya’da olmaktan dolayı makarna
olmalıydı! Ara sokaklardan birine girdim ve adı “ I Matti” olan şirin bir
restauranta girdim ve İtalya’nın her yerinde birbirinden güzel olan muhteşem
bir makarna yiyip , güzel bir kadeh şarap içtim. İtalyanları anlatmama sanırım
pek gerek yok , bu ülkenin kentleri kadar insanları da muhteşem , çünkü
nerdeyse tanıştığım bir şeyler sorduğum herkes ama herkes çok ince ve ingilizce
bilmese bile çok yardımseverdi. O yüzden ben bu ülkeyi daha bi seviyorum J İtalyanları neden bu
kadar övdüğümü anlatmam ise bahsettiğim restaurantın çalışanlarının ilgi ve
alakalarından dolayıydı.
Floransa’ya
günü birlik gittiğim için merkezi ve en turistik noktaları haricinde fazla
dolaşma fırsatım kalmadığından dönüş için tren saatini beklerken trenden
indiğim ilk meydana doğru gittim ve yine muhteşem bir müzik şöleniyle
karşılaştım , az da olsa vaktim olduğundan meydanda insanların arasına karışıp
müziğin keyfini çıkardım J
Unutulması zor anlardan bir tane daha yaratmanın verdiği neşeyle Bolonya’ya
otelime dönmek için trene doğru yürüdüm ve günü noktaladım.
Bir sonraki
günü ise yine ünlüü bir İtalya şehrinde geçirmek üzere erkenden tren garında
soluğu aldım ve bu kez aktarmalı olarak ve kiosklardan uygun fiyata biletimi
aldım ve Venedik yolculuğum başlamış oldu.
Venedik
için bir önceki Floransa yolculuğumun dönüşünde tren garında ertesi gün için
Venedik tren saatlerini kontrol edip fotoğraflarını çektikten sonra otele dönüp
saatlerden bana en uygun olanı seçip o saate göre ertesi sabah tren saatlerini
bilerek tren garına gittim. Bu şekilde kendimi strese sokmadan hazırlanıp
otelden ayrılabiliyorum tavsiye ederim J
Biletimi
alıp treni beklerken de sakince müziğimi dinleyip kendimi yolculuğa hazırladım
, bu kez aktarmalı gideceğim için hızlı hareket etmem için her durduğumuz
istasyonda çevremi inceleyip tren istasyonlarını anlamaya çalıştım. Ve tabi ki
inmem gereken istasyonu kaçırmamam gerekiyordu J
İneceğim istasyona varınca hemen koşturarak aktarma yapacağım treni buldum ve
tabii ki işimi sağlama almak için görevliye de sordum, vee sonra ver elini Venedik
. Yalnız ben Venedik heyecanıyla inmem gereken istasyonu şaşırıp erken indim
çünkü o istasyonun adı da Venedik gibi yazılıyordu ve inince kendimi değişik
bir yerde buldum sonra yeniden birilerine sorarak erken indiğimi farkettim ve
istasyona geri döndüm, yeniden bilet almam gerekiyor muydu bilemedim yine
görevliye derdimi anlattım ve “ Bu trene binebilirsiniz , yine içerde biletleri
kontrol eden görevliye yanlış indiğinizi söyleyebilirsiniz “ dedi ve ben
yeniden trene bindim gelecek görevliyi beklemeye başladım. İtalya’da bilet
kontrolü baya itinalı kaçak binmeye kalkışmamak gerekli diye düşünüyorum ancak
bu yanlış trende biletsiz olan bir kaç arkadaşa rastladım ve sonra meraktan
nereye kaybolduklarını anlamaya çalıştım, ve yaptıkları görevli yaklaşınca
tuvalete gitmek oldu J
Bence bu riske girmeye değmez.
Görevli
gelince benim biletimde zaten önceden kontrol edildiği için işaretleri gördü ve
bende derdimi anlattım gayet güzel şekilde sorunsuz “ctamam sorun yok bir
sonraki istasyonda inmelisiniz” dedi ve gitti. Yani aslında bu macera beni
neşelendirdi monoton bir seyahat olmamış oldu , ve zaten son durak Venedik’miş J Bunu da gayet güzel
tecrübe etmiş oldum.
Tren
garından -Santa Lucia- çıktığınız gibi Venedik size resmen
gülümsüyor , kısa bir süre kalabalığı engellememek için kenarda bir yerde
Venedik’i oradan izledim gayet güzel görünüyordu . Ve minik dar sokaklarında
kaybolmak için adımlarımı hızlandırdım.
Tren
garından çıkınca tam da yukarıda ki manzarayı görüyorsunuz , bir de ilgimi
çeken değişik bir ayrıntı mevcuttu ilk kez orda gördüğüm, mesela fotoğrafın sağ
alt köşesinde şapkalı kişi gelen turistlere bavullarını taşımak için öneride
bulunuyor , ve sizin bavullarınızı isterseniz belli bir ücret karşılığında
taşıyorlar.
Venedik
gördüğüm en kalabalık turist yoğunluğu olan şehirlerden biriydi, açıkçası bu
biraz beni bunalttı ama yine de gezmem gerekiyordu en azından bazı noktalarını
görmeli fotoğraf çekmeliydim.
Bu
meydandan sonra sol tarafta görünen köprüden geçerek karşı kıyının sokaklarını
keşfe çıktım , her sokak sanki birbirinin kopyası gibiydi sürekli aynı yerde
dolaşıyor gibiydim. Köprü üzerinde de bir kaç kare fotoğraftan sonra dükkanlar,
köprüleri ve gondolları izleyerek dolaştım.
Köprü
üzerinde de aşağıdaki gibi bir manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.
Aşağıdaki
fotoğrafta ise köprü üzerinden tren garını karşıdan görebilirsiniz.
Venedik’te
fazla anlatacağım şeyler yok çünkü nedense pek enerjimiz tutmadı kendisiyle o
yüzden fotoğraflarla kısa kısa üzerinden geçeceğim.
Tüm köprülerde bu şekilde
şahane manzaralarla karşılaşabiliyorsunuz J
Venedik’i araştırdıysanız
biliyor olmalısınız ,Venedik maskeleriyle ünlüdür , bu şekilde bir çok dükkan
görebilirsiniz ve bence minik de olsa bir maske almalısınız hepsi çok güzeller J
Bu
şekilde gezinip dükkanlardan almam gereken anıları aldıktan sonra kalabalıktan
bunaldığım için yeniden Bolonya’ya geri dönmeye karar verdim ve tren garına
geldim. Yiyecek bir şeyler alıp tren saatini kontrol ettikten sonra yine tren
garının merdivenlerinde oturup şehri izleyerek yemeğimi yedim. Son manzaram da
aşağıdaki şekildeydi , yine J
Venedik
benim için biraz hayal kırıklığı oldu ama sanırım bir kez daha , daha sakin bir
dönemde ve belki bir iki gün kalarak yeniden yaşamalıyım, şu an bilemiyorum ne
yapacağımı zaman gösterecek J
İstanbul’a
dönmeden önce son gezi rotam olan Pisa’ya gittim , yine aktarmalı tren ve ucuz
yolculuk ile J
Çok zor
olmayan bir yolculuktan sonra Pisa’ya vardım hava muhteşemdi ve bu şehri ilk
adımdan itibaren sevdim ve resmen hayran oldum. Tren garından çıkınca dosdoğru yürürseniz ( yine
köprü geçerek ) şehrin merkezine varıyorsunuz.
Bahsettiğim
köprü üzerinden şehir aşağıdaki gibi görünüyor ,
Şehrin
merkezine yürürken bu şehrin çok şirin ve yaşanılası olduğu kanısına
varıyorsunuz , çok sakin sessiz rahat bir şehir. Ve bir o kadar da tarihle
içiçe , açıkhava müzesi gibi geldi bana bu şehir.
En
sevdiğim şey ise butikleri oldu , çok zevkli kıyafetleri bulmanız mümkün, yol
üzerinde bir çok butik var J
Ara
sokaklardan birinden devam edince uzaktan yamuk Pisa’yı görünce heyecanlanıp
adımlarımı hızlandırıyorum ve çevresi yemyeşil olan Pisa’ya varıyorum, herkes
çeşit çeşit hareketlerle fotoğraflar çekmeye çalışıyor , onlara bakarak
eğleniyorsunuz ama bir süre sonra sizde kendinizi o insanlara benzemiş olarak
bulabilirsiniz J
Ben
genelde gezdiğim yerlerin tarihlerini pek aklımda tutamam pek de ilgimi
çekmiyor açıkçası , o yüzden size tarihi bilgiler veremeyeceğim , daha çok
şehirleri bende bıraktıkları izlerle enerjilerle hatırlamayı çok daha
seviyorum.
Pisa
bilindiği üzre yamuk bir bina ve gerçekten hayranlık verici muhteşem ve huzur
dolu bir yer , aşırı kalabalığa rağmen burayı çok sevdim , çimenlerde oturup
hayranlıkla yapıları ve insanları izledim tavsiye ederim J
Pisa’da
geçirilen keyifli mi keyifli huzur dolu bir günün ardından yeniden Bolonya’nın
yolunu tuttum ve otelime geri döndüm.
Pisa
Bolonya gezimin son günüydü ve ertesi gün İstanbul’a yolculuk vardı , o yüzden
yine Bolonya’da akşam yemeğimi yedikten sonra otelime dönüp bavulumu toparladım
ve saat kaçta otelde ayrılmam gerektiğini hesapladım.
Daha
önce de bahsettiğim gibi Bolonya ulaşım açısından kolay bir şehir, eğer siz de
benim gibi bir kaç şehri günübirlik gezmeyi planlıyorsanız Bolonya en uygun
nokta.
Tren garına
yakın bir otelde kaldığınızda zamanınızı da iyi yönetebiliyorsunuz, havaalanına
giderken yine geldiğim gibi tren garının ordan hareket eden otobüsleri tercih
ettim ve doğrudan ve hatırladığım kadarıyla yarım saat gibi kısa bir sürede
havaalanına vardım.
Havaalanı
da gayet rahat basit bir havaalanı, kolaylıkla yolunuzu bulabiliyorsunuz ve
yine çalışanları da çok yardımsever.
Bolonya
trenleriyle ilgili bilgilere ulaşmak için aşağıya link bırakıyorum :
Umarım
sizlere az da olsa faydalı olabilmişimdir J
İtalya keyifli bir ülke ve görülecek o kadar çok şehri var ki keşfedilmeyi
bekleyen J
İlk
yazımı gezilerimin ortalarından Bolonya seyahatimden neden başladım bilmiyorum
, halbuki kronolojik olarak yazmaya başlamaya niyetim vardı fakat Bolonya
baskın geldi ve burdan başladım , sanırım bundan sonraki yazılarımda da keyfime
göre hareket edip takvimsiz yazacağım J
Ziyaretiniz
için çok teşekkür eder keyifli bir yazı okuduğunuzu umuyorum ...
Dünya
keşfedilmeyi hakediyor !
Yorumlar
Yorum Gönder